top of page

 

 

Eğer paylaşmak istediğiniz bir hikaye varsa,

Bizim "iletişim" sayfası aracılığıyla bize gönderin.

Vayloğ Dede ve Şarey Ana hakkında hikayeler

 

  

 

"KAHRAMAN TÜRK KADINLARIMIZ" 

 

[ Şarey Ana ]

 

Malatya / Fethiye köyü, Tenci mezrasında yetişmiş kahraman türk kadınlarımızdan birisi olan;

 

[ Şarey Ana ]

 

Malatya / Fethiye köyü mezrası olup - Yukarı Tenci'de bulunan Kızıldeli Hazretleri evlatlarından Mehmet Aydoğan! Namıdiyar (Mamoğ dede) Ayrıyeten Mamoğ dede'nin bir ayağı topal olduğu için, "Topal Mamoğ" ismiylede hitap edilirmiş;

 

"Mamoğ dede'nin" gençlik dönemi, tam'da seferberlik dönemine rast gelir. 

 

"Mamoğ dede" seferberlik döneminde 20. yaşlarında olan babayigit, delikanlı, çamdalı gibi genç bir yiğitmiş. Seferberlik döneminde, asker çağına gelmiş ve eli silah tutan her gençi Askere, silah altına almaya başlarlar;

 

Çünkü, her zaman olduğu gibi, o zaman’da memlekete asker lazımdı;

 

 "Mamoğ dede" her ne kadar topal olsada, O'nu'da, yani Mamoğ dede'yide askere çağırırlar. Ancak "Mamoğ dede" topal olduğu için, Askere gitmeyi istemiyor.

 

Zamanın Atlı Zaptiyeleri / memleketin gençlerini Silah altına toplamak için köy köy dolaşırlarmış! Malatya'nın köylerinide gezen Atlı Zaptiyeler, Fethiye'ye ve oradan'da yukarı tenciye giderler;

 

 Zaman, harman zamanı olduğu için, ekinler derilip, tarlalarda'da yığın yığın harmanlar oluşmuş!

 

 Asker toplayan, atlı Zaptiyeler yukarı tenciye geldiklerinde, tenci'nin yaşlılarını Köy meydanında biraraya toplayıp, eli silah tutan ve askere gidecek olan bütün gençlerin" derhal askeri sevkiyata katılıp - silah altına alınmalarını, askere gitmeyenlerde tesbit edilerek cezalandırılacaklarını bir bir anlatmalarına rağmen,

 

 "Mamoğ dede" 

 

Zaptiye komutanının talimatlarını hiçe sayarak, onların gidecekleri an'a kadar bi yerlerde saklanmayı daha uygun görmüş ve biraraya toplanmış olan o ahalinin arasından ayrılarak, tarlanın birinde bir yığılı harmanın içine girip saklanmayı daha uygun görerek - gidip bir harmanın içine girer.

 

"Mamoğ dede'nin" kaçtığını fark eden Zaptiyeler, (hemen) o kaçan kişiyi (yani) Mamoğ dede'yi yakalayıp askere götürmek için, tenci mezrasındaki İnsanları tek tek sorguya çekip o kaçan kişinin kim olduğunu öğrenmek istemişlersede maalesef hiç kimseden sağlıklı bir bilgi edinemezler!

 

Daha sonra, bütün evleri didik didik aramaya başlarlar!

 

Nitekim" O Kaçan kişinin kim olduğunu öğrenmiş olmalarına rağmen (maalesef) o kaçan kişiyi (Mamoğ dedeyi) bulamazlar.

 

Son çare olarak, tenci'nin dışında ki bahçeleri ve harmanları tek tek aramaya başlarlar. "Mamoğ dede'nin" saklandığı harmana geldiklerinde, Zaptiye komutanının emriyle "Kırk atlı Zaptiye" harmanın üzerine atlarını sürerek, o koca yığılı harmanı yerle bir ederler ama, 

 

"Mamoğ dede" gene'de o harmandan dışarıya çıkmaz. 

 

"Mamoğ dede'nin o harmanda olmadığına kaanat getiren Zaptiye komutanının emriyle Askerler harmandan ve tarladan geri çekilerek, tekrar tenciye gelirler!

 

"Mamoğ dede'nin adını ve evli olduğunuda öğrenen Zaptiye komutanı sinirlenip - hiddetlenerek, "Mamoğ dede'nin hanımı olan "Safiye Aydoğan'ı, yani "Şarey Ana'yı" askere götürmeye karar verir. 

 

(O zamanlar kadınlarda askere alınırmış) 

 

"Şarey Ana'nın" o zaman dört aylıkta bir kız çocuğunun var olduğunu öğrenen komutan "Şarey Ana'ya" emrederek, hazırlanmasını ister.

 

"Şarey Ana" 

 

Malatya / Engüzek beldesinden, Kızıldeli Hazretleri türbesinin bulunduğu Fethiye köyünün "tenci" mezrasında "Mamoğ dede" ile hayatını birleştirmek suretiyle gelin gelmiş olup - yigit, cesur ve gözü kara, (başka bi deyimle) bir osmanlı kadını sıfatını taşımaktadır;

 

 

Silah altına alınma emrini alan "Şarey ana" dört aylık kız çocuğunu evde bırakıp, hiç tereddüt etmeden, korkusuzca ve cesurca götürebilecek eşyalarınıda (çıkın) paket edip dışarıya çıkarak, (emir ve görüşlerinize hazırım komutanım deyip) kendiside askere gidecek gençlerin arasına katılıp, hep birlikte yola koyulurlar.

 

"Şarey ana" Elazığ'ın / Harput bölgesinde, çakı gibi bir asker olarak, askeri görevine başlar.

 

 

Harput askeri kışlada, sadece "Şarey ana" değil, pek çok kadın askerlerinde var olduğu bilinmektedir. 

 

Askeri kışlada, Sabah saat 5:te Nöbetçi çavuşu, nöbetçi onbaşısı ve Koğuş nöbetçisi tarafından "koğuş kalk" denilerek askerler yataklarından kaldırıldıktan sonra el ve yüzlerini yıkarlar, daha sonra, sabah kahvaltılarını yapan askerler, saat 7:de İştima alanında, iştima olurlar.

 

 

Takım çavuşundan bölüğünü vukuatsız olarak teslim alan, takım astsubayı, bölüğünün vukuatsız olduğunu (kendiside) denetlemek istediği zamanlar, (bölüğüne) 1.nci bölük, rahat hazırol" sağdan say (deyip) komut verdikten sonra, bölükte 1. 2. 3. diyerek sağdan sayma işlemini tamamlarlar. 

 

Daha sonra da Takım astsubayı, Bölük komutanına bölüğünün tekmilini verir..

 

Bölüğünü vukuatsız teslim alan Bölük komutanı, Mühümmat deposunda nöbet tutacak askerler bir adım öne çıkıp tekmil versin "dediğinde, bir adım öne çıkan askerler gibi,

 

 "Şarey ana'da" bir adım öne çıkarak, "Safiye Aydoğan, Malatya, emret komutanım" diyerek tekmilini verir - daha sonra, nöbet tutmak için, tek sıra haline geçilip - İstikamet mühümmat deposu, uygun adım ileri marş" diyen çavuşun da talimatıyla, nöbetçi askerler mühümmat deposuna doğru vatan aşkıyla ilerlerler.

 

Her erkek askerler gibi, kadın askerlerde çeşitli yerlerde "cesurca nöbet" tutarak askerlik görevlerini yerine getirmekten mutluluk duydukları gözle görülür ve taktire şayandır!

 

Ancak, zaman içinde erkek askerlerden bazıları, bir kadın askere tacizde bulunup, sarkıntılık yaptıklarından dolayı, bu durumuda fark eden "Şarey ana" silahını o tacizci askerlere doğru çekip - ayaklarına da bir kaç el mermi sıkarak, ya insan gibi insan olursunuz, ya da sizleri topluca kurşuna dizerim.

 

 Sizi gidi ahlaksız ve namussuzlar, sizlerin anası, bacısı, yavuklusu hiç'mi yoktur" diyerek "o tacizci askerleri hizaya getirip, insan gibi asker olmalarını sağlar.

 

Kadın askerleride (başka) bi tacizliğe uğramaktan kurtaran "Şarey ana" askeri kışlanın içinde bile "kahraman kadınlığını / asker"liğini göstermiştir.

 

Tam dört ay askerlik yapan "Şarey ana" terhis olup "Tenci'ye / evine geldiğinde, geride bıraktığı dört aylık kız çocuğunun öldüğünü duyar /öğrenir! 

 

Ancak, Bu ülkeye bir benim çocuğum değil, daha başka pek çok canlar canını feda ettiler, can verdiler, şehit oldular" deyip suskunluğunu koruyarak, bağrına taş basmıştır.

 

Sadece ağzından çıkan tek sözcüğüde şu olmuştur?

 

 "Vatan sağ olsun"

 

Yazan ve hazırlayan: Yusuf Aslan.   

 

Sevgili Canlar.
 

 Yıllardan 1967. yılıydı.

 

Bir kırmızı kamyon yükünü

 

 

yükledikten sonra, uzun bir yolculuğa çıkıp

 

"Vıııın" diye ses çıkararak yükünü zamanında yerine yetiştirmek için, yoluna devam eden kamyon sürücüsü ve sahibi, gecenin bir vaktine kadar yol gittiklerinden dolayı, her ikisininde hallerinden belli oluyordu ki?

 

 Yorgunluktan göz kapakları ağırlaşıp zaman zaman da ( Rezil uyku dedikleri ) O tatlı uyku ile uyumamak arasında gözlerini yumup yumup açıyorlardı. 

 

Ancak, kamyonun sahibi bu duruma daha fazla dayanamayarak göz kapakları yumulmuş derin bir uykuya dalmıştı.

 

Hani, uyku uykuyu getirir derler ya, kamyon sahibinin horultusuna dayanamayan şöföründe göz kapakları yumulmuş, sanki de ölüme davetiye çıkarmışlardı. 

Direksiyon hakimiyeti olmayan kamyon da yoldan çıkarak çukurlara düşüp tümseklerden hoplayarak bir uçurumdan aşağıya düşecekken, (Allah’tan olacakki) bir mucize eseri o gürültüye şöför uyanarak frene basıp kamyonu durdurur.

 Uçurumdan aşağıya düşmekten ve mutlak bir ölümden kurtulurlar! 

Kamyon durduğunda, kamyonun sahibide o tatlı uykusundan uyanır ve kendi kendine söylenerek, Dedem aha niyazın deyip - kendi eline niyaz eder. 

Sabah olmasınada az bir zaman kalmıştır!

 Bir iki saat sonra gün ışıyınca kamyonun sahibi gözle görülen birkaç evin bulunduğu yere giderek, oradan bir traktör getirip- kamyonu gerisin geriye çektirip yola çıkardıktan sonra, traktörcününde el emeğini ( ücretini ) verip tekrar yollarına devam ederler.

 

Kamyon Malatya ya sağ salim gelir ve yükünü boşalttıktan sonra, her hangi başka bir yük almayarak doğruca Fethiye ye giderler.

 Fethiye ye geldikten sonra, kamyonun sahibi kamyonundan inerek hiçbir yere uğramadan doğruca Alhas ın Yusuf’un evine gider.

 Misafir odasında hazır bulunan Vayloğ dede, Alhas ın Yusuf’un ablası, Alhas ın kızı Elif ve 12. yaşarlında olan, Alhas ın kızı Elif’in torunu Yusuf vardı!

 Bundan sonrasını da "Yusuf’un gözleri önünde cereyan eden olayları Yusuf’un ağzından dinleyelim. 

 

Gıjjik bibinin oğlu Hüseyin abi, misafir odasından içeriye girip, doğruca "Vayloğ dede’nin yanına gelip elini öper. 

Dede’nin dizine de eğilip - Dedem Allah Allah deyip bize bir dua etde, ceddiyin sayesinde işimiz rast gide der.

 Hüseyin abi'nin ricasını kırmayarak, Vayloğ dede’de bir dua etti ki sanki de yer gök iniledi. 

Odada ki, hepimizin gözlerinden göz yaşlarımız akmaya başlamıştı.

dua bittikten sonra, Hüseyin abi cebinden yüz türk lirası çıkararak Vayloğ dede nin oturduğu minderin altına koyup başlarından geçen olayları aynen şöyle anlattı.

 

Dedem, biz kamyona yükümüzü yükleyip yolda gelirken, gecenin bir vaktinde bende uyumuşum, kamyonu süren aha bu "Elif bibimin oğlu Hüseyin de uyumuş. 

Her ikimizde uykunun içindeyken direksiyon hakimiyeti olmayan kamyonda yoldan çıkıp çukurlara düşerek, taştan tümsekten hoplayarak, bir uçurumdan aşağıya düşecekken, Allah tan bir mucize oluyorda kamyon duruyor. 

Ancak, bende o uykunun içindeyken, rüyamda "Vayloğ dede mi, yani seni gördüm.

 

Dedem, rüyamda sen bana hiç korkmayın, ne size nede arabanıza hiçbir şey olmayacak;

 Gün ışıyınca da karşıki evlerin birinden, bir traktör getirin arabanızı çekip çıkarın. 

Ben de, Fethiye de kirvem Alhas ın Yusuf un evindeyim dediğin, tam sırada, (bende) kamyonun o gürültüsüne uykudan uyandım.

 Sabah olunca da (rüyamda) dedemin dediklerini bir bir yapıp kamyonu o düştüğü yerden çıkarttık.

 Malatya ya gelip yükümüzü boşalttıktan sonra da, bir gayret ile köye geldik. 

 

Benim aklımda hep o gördüğüm rüyam vardı. 

 Dedem, (bana) ben kirvem Yusuf un evindeyim demişti.  

Bende köye gelir gelmez, hiçbir yere uğramadan doğruca buraya geldim.

 Ve, dedemin de (rüyamda) bana dediği gibi, kendisini Yusuf ağanın evinde buldum. 

Diyen, Hüseyin abi nin sözlerine ve Vayloğ dede nin de göstermiş olduğu kerameti duyduğumu bizzat duyarak ve yaşayarak şahit oldum.

 

Bende, Bir Şah İbrahim Veli talibi olarak, Allah tan dileğim "Vayloğ Dede nin Ceddi" bizleri ve inananları darda koymuya, cümlemize erişe İnşallah Allah Allah.

 

Kaynak: Yusuf Aslan.

 

Malatya / Fethiye.

 

---------------------------

 

VAYLOĞ DEDEYE

 

Mezirme elinde bir ulu zattır

Hediyeli gider vayloğ dedeye

Muhammed Aliye aslı dayanır

Sediyeli gider vayloğ dedeye

 

Onun yeri Şah İbrahim ocağı

Her yerde çağrılır o güzel adı

Dört bir yandan gelir hastası sağı

Eseryeli gider vayloğ dedeye

 

Sıtkı candan çağırsalar adını

Her can alır ondan her muradını

Lokması helaldir bilmez haramı

Fethiyeli gider vayloğ dedeye

 

Der Yusuf tanırım vayloğ dedemi

Yüzüne söylerdi içindekini

Bilen bilir onun kerametini

Türkiyeli gider vayloğ dedeye.?

 

Söz: Yusuf Aslan.

VAYLOĞ DEDENİN KERAMETLERİ

 



Gecenin bir vaktinde, uyuduğu

 

bir vaziyette uyanan dalon Sultan. O tatlı uykusundan yüreği yanmış

 

İçinden ağrı düşünerek, hele kalkıp mutfağa gidem'de şu yanmış yüreğimi soğutmak için, Buz dolabından bir yudum su içem deyip, yatağından kalkarak mutfağa gider.

Buz dolabından aldığı bir şişe soğuk suyu kana kana içtikten sonra, geri gelip sessizce yatağına uzanıp uyumaya başlar.

 

Günlerden pazar olduğu için, uykusundan bi hayli geç uyansada yatağından kalkması gün öğlen olmuştu.

 

Nitekim dalon Sultan halsiz bir vaziyette yatağından kalkmasına kalkmıştı ama, kendi bedenine rahatsızlık veren ve kendinde var olan bir eksikliğin olduğununda farkına varmıştı.

 

Annelerini görüp’te karşılayan kızı Nuray ile oğlu Murat’ın, Ooo günaydın Anneciğim demelerine rağmen, Anneleri Sultan, her nedense sağolun çocuklarım deyip canı kadar sevdiği çocuklarına dahi cevap bile verememişti.

 

Annelerinin sıkıntılı ve halsiz durumunu gören çocuklar, Annelerinin sağına soluna geçerek bir sıkıntınmı var Anneciğim "deyip’de sonuçta annelerinin kendileriyle konuşamadığını anladıklarında, Anneleri adına çocuklarda hüsrana uğrayıp üzüntü içinde derin bir kaygıya düşmüşlerdi.

 

Sonuç olarak Sultan’ın sesi kısılmış konuşamaz hale gelmişti.

Pazar gününü o şekilde geçirip pazartesi gününü iple çeke çeke getiren Sultan.

 

Sabah erkenden uyanarak aile Doktor’una gider.

 

Aile Doktor’u birkaç kez hatta birkaç gün muayene edip ilaç tedavisine tabii tutsada deyim yerindeyse Alim Allah, Doktor’un ne o birkaç kez muayenesi nede yazdığı ilaçları Sultan’ın sesinin açılması için hiçbir fayda vermemişti.

Sonuçta Sultan, Darmstadt Stadt Krankenhaus dedikleri şehir Hastanesine sevk edilir.

 

Birkaç ayda o hastanede tedavi görür ancak her ne hikmetse Sultan’ın sesinde her hangi bir düzelme olmaz.

 

Hastalığının sonucundan azda olsa bir sağlık bulamayan Sultan, bir’de Türkiye’ye gidem deyip uçağa atlayarak soluğunu Malatya’da alır.

 

Malatya’da tedavisini sürdürmeye başladığında bir Fotoğraf stüdyosu önünden geçerken cemakenin içinde Vayloğ Dede’nin resmini görür.

 

Durup Vayloğ Dede’nin resmine bakarken gözleri dolu, dolu olur.

Sultan o heyecanla Fotoğraf stüdyosuna girer. Fotoğrafcıya Vayloğ Dede’nin resmini göstererek el işaretiyle bu fotoğrafı kaça satarsın der.

 

Fotoğrafcıda her kaç lira dediyse Sultan’da o paranın iki katını vererek Vayloğ dede’nin Fotoğrafını, içindenki O iman ve inancıyla alır.

 

Sultan Fotoğrafı alıp yolda giderken hem Allah’a hem'de Fotoğrafa bakarak Vayloğ Dede’nin ceddine, beni şu hastalıktan kurtarın diye yalvarır.

 

Nitekim o günü gece rüyasında Vayloğ dede’yi görür. Vayloğ Dede, Sultan’ın yanına gelip gızım sen aylardan belli bu soyha derdi çekiysin.

 

Hele şu ağzını açda bi bakam der.

 

Sultan’da ağzını açtığında Vayloğ Dede İşaret parmağını Sultan’ın ağzına sokar, sağa sola doğru birkaç kere karıştırıp parmağını ağzından çıkardıktan sonra, tamam gızım benden bu kadar, İnşallah bundan sonra, sağlığına kavuşursun der.

Sabah olup’da uyandığında, Sultan rüyasında gördüğü Vayloğ Dede’yi hatırlayarak kendi kendine mırıldanmaya başlar ve görürki hem konuştuğunun ve hem'de eskisindende daha fazla bağırtlak olduğunun farkına varır.

Bu olayı yaşayan dalon Sultan dediğimiz bu hanımefendinin ismi “Sultan Sevim” olup bende Sultan Sevim’in dayısı oğlu olduğumdan dolayı bir telefon konuşmamızda başından geçen bu olayı bana anlatarak bizzati duyduğuma şahit oldum ve bu olayıda kaleme alarak halka arz etme gereğini kendimde hissettim.

 

Saygılarımla.

 

Kaynak: Sultan Sevim ve Yusuf Aslan.

 

Malatya / Fethiye.

 

DEDEM.

 

Bir ecelle pençeleşip duruyor

Dalon sultan herhal dardadır dedem

Ne sesi var nede seda veriyor

Dalon sultan herhal dardadır dedem

 

Bu ne bir maraton nede bir yarış

Yüce arşa çıkar bütün yalvarış

Şah İbrahim Veli gayrı sen yetiş

Dalon sultan herhal dardadır dedem

 

Kurban olam onun nurlu yüzüne

Tutup parmağını soktu ağzına

Kim demiş ki dedem koşmaz özüne

Dalon sultan herhal dardadır dedem

 

Dayın oğlu Yusuf duyar yazmazmı

Eli gören mevlam seni görmezmi

El aman deyene kucak açmazmı

Dalon sultan herhal dardadır dedem.?

 

Söz: Yusuf Aslan.

 

 

 

HÜNKAR HACI BEKTAŞ-İ VELİ EFENDİMİZİN

BAZI İSİMLERİ

VE

BAZI MUCİZATLARI. 

 

Çin diyarında, "Haydar-ı Kerrar.

 

Arap Ülkesinde, "KızılBaş.

 

Irak'da, "Alevi.

 

İşte bu diyarlarda, bu isimlerle anılırmış, “Hünkar Hacı Bektaş-i Veli Efendimiz”

 

Günün birinde "Alaaddin Sultan Padişah, Sivas'ta görev yapan "Paşa'sına, haber salarak, Suluca karahöyüke bir yabancı yerleşmiş?

Hemi de O kişi orada "Cadılık yaparmış!

Sen benim "bir Askeri Paşam, olarak "Suluca karahöyük'e git, o cadının kellesini kesip bana getir" der.

Paşa'da bir "Alay" askerle birlikte, cihad seferine çıkar gibi, Sivas’tan çıkar Mucur a kadar gelir.

Bu durumun, kendisine ayan olan "Hacı Bektaş-i Veli Efendimizde "Paşa'yı karşılamaları için 40, Atlı derviş gönderir.

Ancak, 40. At'da, 40. derviş'de birbirlerine benzedikleri için, Paşa'nın dikkatini celbeder.

 

"Paşa hazretleri, karşısında gördüğü bu 40. Dervişe, buraya ne sebepten dolayı geldiniz" diye, soru sorar?

Dervişlerde "Paşa hazretlerine, bizi “Hacı Bektaş-i Veli Hazretleri gönderdi, sizi karşılamaya geldik" derler.

"Paşa hazretleri ise "yahu, ben oraya o'nun kellesini almaya gidiyorum" O’da, beni karşılamaları için 40. Atlı derviş’mi gönderiyor” der.

 

Bir müddet sonra, Paşa hazretleri "Suluca Karahöyüke ulaşır.

Suluca Karahöyükte, "Hacı Bektaş-i Veli Hazretleri ile bir araya gelen Paşa, "Hacı Bektaş-i Veli hazretlerine, sen kimsin, (bana) kendini tanıt, diyerek "Hacı Bektaş-i Veli hazretlerinin, kendisini tanıtmasını ister.

 

"Hacı Bektaş-i Veli hazretleride, (Ben) "Emir el mümin’im" diyerek, böylece kendini tanıtmış olur.

Ben "Emir el mümin"im, sözünü duyan "Paşa hazretleride, Ben, "Emir el mümin i Kur'an-da okudum.

O yüce zat, Hz. Ali efendimizdir!

Hz. Ali efendimiz'de, dünya'dan göçeli tam 500, sene oldu.

Sen ise, Ben "Emir el mümin'im, diyerek beni niye kandırıyorsun" dediğinde;

 

"Hacı Bektaş-i Veli efendimizde, (hah) İşte, o "Hz. Ali" benim, der.

Bu durum karşısında sinirlenen "Paşa hazretleri ise, eger ki sen "Hz. Ali" isen, bana nişanını göster, Hz. Ali'nin anlında "Zöhreyi Kamer Yıldızı vardı?

O yıldızı bana göster" dediğinde, "Hacı Bektaş-i Veli efendimizde, başındaki sarığı alıp masa'nın üzerine bırakır.

Ve "Hacı Bektaş-i Veli efendimizin anlındaki "Zöhreyi Kamer Yıldızı, odayı aydınlatır / ışıtır.

 

Paşa hazretleri "Zöhreyi Kamer Yıldızı’nı gördüğünde şaşırmakla birlikte “soru sormaya devam ederek (peki) başında / yanında kaç kişi var" diye soru sorar.

"Hacı Bektaş-i Veli efendimizde, Başımda / yanımda 366. kişi derviş var" diye cevaplar, Paşa hazreleride, (Yeyip içme anlamında) peki bunlara ney ile bakıyorsun" diye soru yöneltince, "Hacı Bektaş-i Veli efendimizde, "Kara Kazan"a bir avuç bulgur atıyorum ve o pişen pilav ile dervişlerimi doyuruyorum" der.

 

"Hacı Bektaş-i Veli efendimizin anlındaki yıldızı ve icazetleri gören, onun ötesinde "Hacı Bektaş-i Veli efendimizin huzurunda bulunarak, bu güzel sohbete nail olan "Paşa hazretleri "Mucur kazasının Emlak gelirini, Kara Kazan" hakkı olarak "Hacı Bektaş-i Veli hazretlerine bağlar.

Bu vergi dönemi "Cumhuriyet dönemine kadar süre gelir.

Cumhuriyet döneminde ise “zamanın iktidarı, "Mucur kazasının "Kara Kazan" gelirini iptal ederek "Devlet"e / Maliye'ye bağlarlar.

 

Not:

 

Bu bilgileri 16.08.2012 tarihinde "Hacı Bektaş-i Veli hazretlerini anma törenlerine katıldığımda "Güvenç Abdal ocağı" dedelerinden olan, Sayın. Deli Baba, dededen aldım.

 

 

Yusuf Aslan.

 

"Şakir Paşa Birleşim Cem Evi" yönetimi olarak

"Halkın isteği doğrultusunda 16.08.2012 tarihinde yapılacak olan "Hacı Bektaş-i Veli hazretlerini anma törenlerine katılmayı uygun görüp

"Tur düzenleyen şirketlerden otobüs kiralayarak 14.08.2012 tarihinde, Sali günü gece saat 22. sularında "Hacı Bektaş ilçesine doğru yola hareket edildi.

 

15.08.2012 sabahı "Hacı Bektaş ilçesine intikal ettikten bir müddet sonra, Otobüslerle "Beş taş'a, oradan "Dede bağına" daha sonra da Delikli taş dediğimiz "Çile haneye gidilerek buralar ziyaret edildi.

O günü akşam saat 4,e yetiştirilmek üzere, birkaç Kurban kesilip, lokmalar döküldü ( Halka yedirildi)

 

Ertesi günü, 16.08.2012 terihinde, C.H.P.nin Sayın. genel başkanı, bazı millet vekilleri ve siyaset adamları, onun ötesinde İktidara mensup Sayın. Bakan ve diger siyaset adamları ve bazı yazarlarımız,

"Hacı Bektaş-i Veli Hazretlerini "anma törenlerine katılmış olup - konuşmacıların hepsi de o anki konuşmalarında, Sanki her biri birer Alevi (hatta) her biri birer "Hacı Bektaşi Veli Hazretleri” olmuşlardı.

Ben bu konuşmacıları, konuşma meydanına gidip de dinlemedim.

Hatta, ben bu yaşıma kadar, Siyasetçileri dinlediğim için, onları dinlemeyi uygun bulmayarak, "Hacı Bektaş-i Veli efendileri olan, Sayın. ULUSOY'LARIN kendilerini ziyaret etmek için, her birinin evlerini tek tek ziyaret ettim. İşte o konuşmacıların konuşmalarını, ziyaret ettiğim evlerde tv,de gördüm. Hatta, konuşmalarında ne kadar ciddi olduklarını anlamak için, zaman zaman da kulak misafiri oldum.

 

Gittiğim evlerdeki vasıl olduğum "degerli zatların isimlerini de tek tek yazarak, kimleri ziyaret ettiğimi, böylece siz degerli dostlarla paylaşmış oluyorum.

 

"ULUSOY" Aile efendileri.

 

1. Feyzullah

2. Celal.

3. Ali Naki.

4. Kazım.

5. Doğan.

6. Hayrullah.

7. Ali Yaşar.

8. Timur.

9. Ali.

10. Cem.

11. Sefa.

12. Veliyettin.

 

HAMDÜLİLLAH.

 

Bu degerli efendileri ziyaretimizden sonra, Ulu önder “Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk defa “Cumhuriyet”i kuracağını açıkladığı ve misafir kaldığı “Evi” ziyaret edişimiz güzel olduğu gibi,

Atatürk’ün oturduğu sandalyeler, önündeki masa, yattığı yatağı, kahve içtiği fincanı ve hatta ahşap olan bütün her şey titizlikle korunmuş ve yerli yerinde duruyor olması, onun ötesinde?

Gezip gördüğümüz evlerden yani, (tarihi konaklar'dan) mimari yapısı, işlenmiş oymaları birbirinin aynısı ve odalarının sayı adedi de aynı olan, ikiz evleride (görerek) şahit oldum.

Yine, onun ötesinde "Ulu önder Atatürk'ün, zamanın postnişini olan, Hacı Bektaş-i Veli Postnişine göndermiş olduğu, kendi el yazısı ile yazılmış ve imzalanmış mektuplarını, görüp şahit oldum.

Tarihe tanıklık eden evleri (konakları) ve Ulu önder Atatürk’ün el yazılı ve imzalı mektubunu görmemiz ve bu duruma şahit olmamız, beni ve yanımdaki arkadaşımı (bizleri) derinden duygulandırmış ve bu hazin duygu karşısında gözlerimiz yaşarmıştır.

 

Degerli canlar.

Şu yukardaki 12. Kapının (evlerin) nerelerde olduğunu” her kişi bilemez, bilmiyorlarda:

 

Hani Allah rast getirecek ya!

 

Bu 12. Kapının (evlerin) kırılmış olan kapısını penceresini tamir eden, Banka emeklisi ve orada” Marangoz’luk yapan, Mahlatı

“OZAN, KUL MUHİBBİ”

esas ismi

“Hasan Gül”

olan bu degerli insana rastlamamız ve hoş sohbetimiz sonucunda, “Sivas’ın Kangal ilçesinden olduğunu” ancak, Ankara’da ikamet ettiğini öğrendim.

Sayın. Ozan Kul Muhibbi, beyefendi bize rehber olup – önümüze düşerek, şu yukardaki 12. Kapıyı (evleri) ziyaret edip- inanç ve itikatımız doğrultusunda

“Naciye Ana “Kur-an’ı Kerim”

“Sakine Ana’da Aşure yedirip “Yeşil” vererek şahsımızı onurlandırmışlardır.

Onun ötesinde, diger efendilerimizde evlerinde çay ve yemek gibi ikramlarda bulunmuşlardır.

 

PİR-HACI BEKTAŞ

 

Gönlümü sana bağladım

Pir pir Hacı Bektaş

Dergahında çok ağladım

Pir pir Hacı Bektaş

 

Derdime derman aradım

Arayıp da sende buldum

Yıllar yılı kör mü kaldım

Vah vah Hacı Bektaş

 

Nice şeri def eyledin

Münkürleri saf eyledin

Sen gönlümü fet eyledin

Pir pir Hacı Bektaş

 

Derdime derman aradım

Arayıp da sende buldum

Yıllar yılı kör mü kaldım

Vah vah Hacı Bektaş

 

Girdi güvercin donuna

Muhammed Ali aşkına

Kul Yusuf kurban yoluna

Pir pir Hacı Bektaş

 

Derdime derman aradım

Arayıp da sende buldum

Yıllar yılı kör mü kaldım

Vah vah Hacı Bektaş.

 

"Hacı Bektaş-i Veli hazretlerinin anma törenlerine katılan bütün canların dua ve dileklerini, Yüce Allah'ım, kabül ve makbül eyleye.

 

Yusuf Aslan.

***********

bottom of page