top of page

Seyyid Ali Sultan [KızılDeli]

 

 

Malatya Fethiye Köyü / Tenci Mezrası.

 

 

Seyyid Ali Sultan,  diğer namı Kızıldeli Hazretleri’nin hayatı hakkında kısıtlı olmasına rağmen pek çok bilgi verilmektedir.

 

Ancak kendi adına  yazılmış bir velâyetname dahi bulunmasına rağmen, Kızıldeli’nin gerçek adı, doğumu, hayatı, yaşamı ve Hakk’a yürüdüğü tarihler hakkında kesin bilgilere ulaşılamamıştır.

 

Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) hakkında bilgi veren kaynakları dört ana başlık altında irdeleyecek olursak, şöyle bir sıralama yapabiliriz: I. Velâyetnameler, II. Arşiv kayıtları, III.Vekayinâmeler, IV. Sözlü gelenekler.

 I.Velâyetnameler

Velâyetnameler, kimin adına yazılmış ise genellikle o kimsenin Hakk’a yürümesinden uzun bir müddet sonra yazılmışlardır. Velâyetnameler, genellikle hakkında velâyetname yazılan kimsenin sadık  dostları veya  dervişleri tarafından yazılır.

 

Velâyetnameyi kaleme alan kişi, olayları günü gününe kaleme alamayacağı için, yıllar sonra hadiselerin zaman içindeki yerleri konusunda hassasiyet gösteremedikleri görülür.  Bu gibi eserleri derleyen veya kaleme alan kişi derviş olduğu için genellikle şeyhi  (piri) için anlatılan doğaüstü olayları ön plana çıkarır.

 

İşte bundan dolayıdır ki modern araştırmacılar, velâyetnamelere ön yargı ile yaklaşırlar.

Seyyid Ali Sultan velâyetnamesinde:

 

“…Bir Cuma gicesi Yıldırım Han hazretleri taht-ı saadet bahtında otururken aşağa gelüb, seccade-i münâcaata baş koyub kırk rekat namaz edâ ve Hakk Te’âla’dan Rumeli’nin fethüçin niyaz ve reca idüb, erenlerden istimdâd taleb eyledi. 

 

Ol gice didelerine hâb-ı rahat müstevli oldukta (uykuya vardıklarında) hemen ma’nâsında iki cihan fahri Muhammed Mustafa sallallahu te’âla aleyhi ve âlihi ve selem zuhur idüb buyurdu ki:

 

“Ya Yıldırım Han![1] Melül olma ki Hak Te’âla duanı müstecâb eyledi.

 

Hâlâ Horasan cânibinden ve benim nesl-i pâkimden Seyyid Ali maiyetinde sana kırk er gelecekdir.

 

Anların cümlesi kuvvet ve kudret sahibi veliyyullahdır ve Rumeli’nin fethi anların yed-i himmetlerindedir. Anlardan tegâfül itmeyesin!” buyurduklarında heman Yıldırm Han Resül aleyhisselamın mübarek kademlerine yüzler sürüb “Yâ Resulallah! Ol buyurduğunuz erenler kaçan gelseler gerektir?” didikte buyurdu: “An-ı karib gelürler.

 

Ammâ sana nasihatım budur ki ol erenlerin içinde bir kâmil ve âmil ve fazıl kimesne vardır.

 

İsmine Rüstem dirler, ana riâyet eyleyesin. Re’y ü tedbirini istivâb idesin ve ana ittiğün hürmet ve ri’âyet banadur” deyub gözden nihân oldu (kayboldu).

 

Pes ol dem Orhan Bey, bidar olub gördü ki mekanı nura müstagrak olmuş. Ol minval gördüğü rüyayı tefekkür idüb Hudâ-yı Müte’âl hazretlerine şükür ü sipâs ü hamd-i bi-kıyas eyledi. Ve Resül aleyhi’s-salâvâtü ve’s-selâmın mübârek ruh-ı pür envârlarına salavât-ı şerife getürüb ba’dehu kırkların vüıüd u zuhurlarına muntazır oldu.

Bunlar ise Horasan’da olan savmaalarında ibâdet idüb dem ü devranı sürmekde iken bir şeb (gece) Rasül aleyhi’s-salâtü ve’selâm kendisin bunlara iyân ve cemâl-i mübarekin nümâyan itdi.

 

“Ey ciğer köşelerim ve muhlis bendelerim! Kırkınız dahi gönlünüzü birleyüb bu yerden hareket ve cânib-i Rum’â azimet idub kuretü’l-ayınım Seyyid Hacı Bektaş Veli’nin dergâhına varın. Sizlere lâzım olan hizmeti bil-edâ ziyaretini ecrâ edin. Meyânınıza seyf-i himmet kuşatsın[2] ve her emri derse rızâsında ulub himmet-i tâm ve havâlet-i ihtimâm ile sizleri Orhan Bey, cânibine göndersün.

 

Ana yardım idüb Rum ilin feth eyleyesüz deyu emr-ü tenbih eyledi. Cümlesi iş bu kelâm-ı felâh-encâmı dergüş idüb her birerleri sem’an ve tâaten deyub sefer tedarikin bil-itmâm oradan tayy-i mekân ve Cânib-i Rum’â revan oldular.

 

Bir demde Suluca Karahöyük nâm mahal-i mübârekde vâki Hacı Bektaş Veli kutb-u zemânın dergâh-ı saâdet ve mâkam-ı siyâdetlerine kadem bastılar.

 

Çün kim ol kırk er gelüb Hünkâra baş koyub Hazret-i Resül-ü Ekrem’in buyurduğu kelâmı naklidüb selâm-ı saadet-Hazreti Hünkârı kutbul’l-evliyâ bunların her birini bir hizmete tâyin buyurdu.

 

Üç gün müddetde hizmetleri hitam bulub tekmil-i meram itdiler. Ba’dehu bunları huzur-u şerefine getürüb evelâ Seyyid Ali Sultan’ı cümlesine serdar eyledi.

 

Ve cümleniz anın nutkundan taşra bulunmayınız deyu emr buyurdu. Yek-zebân olarak sem’an ve taâten didiler.

 

Andan Emir Sultan’ı sancâkdar ve Seyyid  Rüstem Gazi hazretlerini kadıasker ve Abdüssamed Fakih’i imam ve Seyyid Zâl’i saka ve Seyyid Ahmed’i kulağuz ve Seyyid Hamaza ile Seyyid Furki’ye ve Seyyid Ukufi’ye küs-i harbi verdi. Ve anların bakiyesine kılıç kuşadub himmet-i tâm ve erkân-ı tamam ile Yıldırım Han hazretleri cânibine gönderdi. Anlar dahi ta’zim ve terkim-birle yola revân oldılar…”[3]

 

Velâyetname’den vermiş olduğum bu metin içinde Hz. Peygamber Efendimiz: “Ya Orhan Bey! Melül olmaki Hak Te’âla duanı müstecâb eyledi.

 

Hâlâ Horasan cânibinden ve benim nesl-i pâkimden Seyyid Ali maiyetinde sana kırk er gelecekdir” buyuruyor.

 

Bu ifadeden Seyyid Ali Sultan’ın  Horasan bölgesinden ve Hz. Peygamber’in neslinden olduğunu anlıyoruz.

 

Yine aynı metin içersinde: “Bunlar ise Horasan’da olan savmaalarında ibâdet idüb dem ü devranı sürmekde iken” ifadeleri yer alıyor. Buradan da Seyyid Ali Sultan’ın ve arkadaşlarının o anda Horasan’da ikamet ettiklerini öğrenmiş bulunuyoruz.

 

Yine aynı metinde: “Seyyid Hacı Bektaş Veli’nin dergâhına varın, sizleri Orhan Bey  cânibine göndersün” ifadeleri yer alıyor.

 

Osmanlı’nın Rumeli’ye geçişleri ve fetihlere başlaması Orhan Bey (1326-1362) zamanındadır.

 

Osmanlıların Rumeli’ye geçişleri ve yerleşmeleri, Gelibolu’nun fethi sonunda gerçekleşmiştir. 1353 yılı Mart ayında Gelibolu’da  bir deprem meydana gelmiş, deprem sonunda kale surları yıkılmıştı.

 

Böylece Süleyman Paşa ve arkadaşları müdafasız kalan Gelibolu’yu kolaylıkla işgal etmişlerdir. Hatta depremin oluş nedeni Seyyid Ali Sultan’ın erlik kudretine bağlanmaktadır.

 

Hacı Bektaş Veli Hazretleri’nin doğum ve Hakk’a yürüyüş tarihleri, 1207-1270 veya 1248-1337 olarak verilmektedir. 1207-1270 olarak kabul etersek Hacı Bektaş Veli, kesinlikle Osmanlı dönemini görmemiştir. 1248-1337 olarak kabul edersek 1353 yılında Gelibolu’yu ele geçiren Süleyman Paşa’yı da görmüş olması ihtimali çok zayıftır. 

 

Velâyetnamede ise “… Gaziler gemiye doluşup karşıya geçerek, Gelibol (Gelibolu) şehrine yöneldiler. Şehre ulaştıklarında Seyyid Ali bir nara atar ve o anda zelzele oluverir…”[4]

 

Ancak Abdal Musa Velâyetnamesi’ne baktığımızda  Kızıldeli’nin hayatı hakkında bazı değişik tarihsel bilgilerle karşılaşıyoruz. 

 

Abdal Musa Velâyetnâmesi’nde Kızıldeli Sultan’ı  Abdal Musa’nın müridi gibi görüyoruz. Abdal Musa, Kızıl Deli Sultan’ı önce tahta kılıç kuşatıp Umur Bey’in mahiyetinde Rumeli’nin fethi ile görevlendiriyor.

 

İkinci olarak da “Pir evini düzenlemek ve Hünkâr’dan kalan emanetleri alıp getirmek üzere oğlu ile birlikte Hacı Bektaş Dergâhı’na  gönderiyor.

Velâyetname’de “… Andan sonra Abdal Musa Sultan kalkdı, denüz kenarına indi ve  didi ki: “Buraya  leşker (asker) geliyor.

 

Karıncıkları açdur. Daha bir şikarcık (av) sunmadılar. Karıncıkların tuyuralum” didi.

 

Bir saatten sonra denüzden gemi zuhur itdi.Geldiler derganı görince.“Hay bunda abdallar var ancak” didiler.

 

Gemiden çıkan kişiler abdalların yanına gelüb: “Ey Abdallar  ne ararsınız? didiler.

 

Abdallar, didiler ki: “Bunda gerçek er vardur. Size muntazırdır” didiler.

 

Bunlar dahi sürüp erin nazarına geldiler. Ocakda erin harnısun (kazan) gördiler.

 

Bunlara az göründü. Didiler ki: “Hay sultanum, bu yimek sizin leşkere mi yeter bizim leşkere mi yeter?” didiler.

 

Abdal Musa Sultan kaldı, haranının (kazanın) yanına vardı, kepçeyi eline aldı: “Din imdi abdallar bunları siz üleştirin” didi.

Bunlar tamam kırk bin er idi. Abdallar yimeği üleştirdiler.

 

Daha yetişmeyenine tekrar yine üleştirdiler.

 

Yemek cümlesine yetişdi. Karınları doyduktan sonra önlerinde yemek dökülüp kaldı: “Yeter Sultanım” didiler.

 

Abdal Musa Sultan kepçeyi haranının üzerine kodı, gerü çekildi.

 

Abdallar gördüler ki haranı önceki gibi dolup turur, hiç eksilmemiş. Aballardan birisi didi ki: “Niçün girü çekildiniz? Hey gaziler, gelin görün haranı, tolu turur.

 

Siz bu haranıdaki yemekleri biriniz yirüz  sanırdınız. Yine topduldur!

Geldiler gördüler, temaşe eylediler, bildiler ki bu er gerçek velidir.

 

Gazi Umur Beğ geldi didi ki: “Şimdiden gerü biz sana çağırıruz efendim, himmet eyle” didi.

 

Abdal Musa Sultan eyitdi: “Bir börg getürün, Umur Beğ’e giydirelim” didi.

 

Bir kızıl börg getürdiler, Umur Beğ’in başına giydirdiler.

Gaziler şimden gerü buna Gazi Umur Beğ din” dedi. “Varsun bu beğ de gazi olsun gayrü.

 

Şimdiden sonra gazilik verüb dururuz” didi.

Gazi Umur Beğ eyidi: Bize bir yadiğar virün Sultanım” didi. Sultan eyidi: “Şol Kızıldeli’yi size virdük. Alın gidün” dedi.

 

Bu gaziler kalkdılar: “Gidermüsün baba?” didiler. Kızıldeli işaretle “Giderün” didi.

 

Abdal Musa çağırup bir ağaç kılıç sundı. Kızıldeli Sultan aldı, öpdi başına kodu.

 

Andan sonra yüridiler. Abdal Musa Sultan eyitdi: “Din imdi hiçbir yire gitmen, Doğru Boğaz Hisarı’na varun. Üzerine düşün.

 

İkdam idün. Alırsunuz.

Boğaz Hisarun alduktan sonra Rumelin size virdüm. Önünüze kimse turmasun!” didi. [5]

 

Velâyetnâme’ye göre Kızıldeli’nin Abdal Musa’nın mahiyetinde bulunduğu dönem, muhtemelen 1334-1348 yılları arasında olmalıdır.[6] Çünkü Umur Bey, Osmanlılardan önce, Kantakuzenus’a yardım amacıyla zaman zaman Rumeli’ye geçiyordu.

 

Muhtemelen Kızıldeli ve yanında bulunan diğer dervişler de bu geçişlerden birisinde Umur Bey’in askerleri arasında yer almış olabilir.

Rumeli fütühatı ve Gazi Umur Bey ile Kızıldeli arasındaki ilişkiye değinen tek kaynak Abdal Musa Velâyetnâmesi değildir. Fatih dönemi tarihçilerinden sayılan Enveri’nin Düstürnamesi’nde ve II. Selim dönemi tarihçilerinden Yusuf  bin Abdüllatif’in Subhatü’l-Ebrar adlı eserinde de bu ilişkiye dair bölümler vardır.

 

Modern Osmanlı tarihçileri arasında yer alan Enveri’nin 1465 yılında bitirdiği Düstürnamesi’nde Süleyman Paşa liderliğinde Gelibolu’ya geçiş ve Rumeli fetihlerinin başlamasının anlatıldığı bölümde Seyyid Ali Sultan Velâyetnânesi ile örtüşen pek çok ifadeler bulunmaktadır. Enveri, bir gemi ile geceleyin Gelibolu’ya geçen 70 atlının hepsinin börklü olduğunu ifade ederken, içlerinden birisinin kızılbörklü olduğunu özellikle belirtmektedir.

 

[7] Tekrar Abdal Musa Velâyetnânesi’ne dönecek olursak, Abdal Musa Velâyenamesi’nde anlatılanlara göre, Abdal Musa, Kızıldeli Hazretleri’ni  oğlu ile beraber Hacı Bektaş Dergâhı’na gönderiyor.

 

Velâyetname’de: “…Birkaç abdal aldı. Bir taşdan iki desti çıkardı, meydana getürdi. Birisin oğluna virdi ve birisin Kızıldeli Sultan’a virdi ve Kırk nefer abdal virdi.

“Hacı Bektaş Hünkar’ın üzerine türbesün ve tekkesün ve furunun ve matbahun yapın ve dairesün ırakdan havlıya alun.

 

İçine bakçe dikün.

Her ağaç yemiş virince turun, kulluk eylen.

Her ağaç yemiş virdükde her biründen alın getürün, meydana dökün. Meydan toptolu olsa gerekdür.

Abdallar dahi size cevap diseler gerekdür.

Ol söze bakınan, dikün kim:

Hünkar ölüp geldiğümüz vakt üç nesne emanet koyup dururuz. Size virsünler, alın gelün.”

Amma yerün bilmediler. Sultana abdal gönderdiler.

 

Geldi: “Sultanum sizin buyurduğunuz emanetlerin yirünü kimesneler bilmediler. Yine bizi size saldılar.

Nerede ise divüverün” didi. Abdal Musa eyitdi: “Bire evin un anbarındadadur; ol sarı âlemdür, birisi mermer çerakdur.

 

Hacı Bektaş Hünkar’un önünde yanmışdur.

Birisi yeşil fermandır

[8]  ol kadar.

 

Ol Sarı İsmail” dedür.

 

[9] El uzada, abdal gelinceye kadar Sarı İsmail göçdi, def eylediler.

Kabrini tenhalayub üzerine vardı: “Ya Sultan Saru İsmail, benüm hizmetüm Hünkar’a geçmedi.

Yeşil fermanı senden istediler ne buyurursun?” dedükde Sarı İsmail Sultan kabri içinde “yed-i Beyza” gibi bir eliyle şunı virdi.

 

Abdal alıp “Allah’a ısmarladuk” diyub geldi.

 

Hacı Bektaş evinde Kızıldeli Sultan’a fermanı virdi.

Baki andan mermer çerağı ve Sarı âlemi virdiler.

Kızıldeli Sultan Hazretleri’ne emanetleri teslim eyledi.

 

“[10] Bu anlatımda şunu görüyoruz, örneğin sözlü gelenekte; “Ahmed Yesevi Ocağı’ndan bir meşale atılıyor.

Bu meşale bugünkü Hacı Bektaş Dergâhı’nın bulunduğu yere düşüyor ve dallanıp budaklanıp ulu bir ağaç oluyor.

 

Daha sonra bu ağacın dalları, budakları tüm Anadolu’ya ve Balkanlar’a uzanıyor. Halk arasında daha da ileri gidilerek, bugün Hacı Bektaş Dergâhı’nın bahçesindeki kara dutun bu meşale olduğu söylenmektedir.

 

Bu bir mecazi anlatımdır.

Gerçekte, yani içsel anlamda Ahmed Yesevi Ocağı’ndan atılan bu meşale, “Hünkâr”ın kendisidir.

Sarı Saltuk, Abdal Musa, Sarı İsmail, Cemal Sultan, Kızıldeli, Süceaddin Veli, Otman Baba ve Akyazılı Sultan gibi erenler, bu ağacın dalları ve budaklarıdır. İşte Abdal Musa Velâyetnamesi’nde anlatılmak istenen de budur.

 

Burada çok açık olarak, Pir evinde bulunan sarı âlem, mermer çerağ, yeşil âlem gibi mukaddes emanetler, Hünkârdan sonra Abdal Musa tarafından Kızıldeli Sultan’a verilerek, Bektaşiliğin Rumeli’de Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) tarafından temsil edilmesi ve yayılması sağlanmış oluyor.

 

[11] Seyyid Ali Sultan Velayetnâmesi ile Abdal Musa Velayetnâmesi’ni karşılaştırdığımız zaman, her iki velayetnâmede de Kızıldeli Sultan’ın Hacı Bektaş Dergâhı’na vardığını görüyoruz. Ancak her ikisi arasında bir fark vardır.

 

Seyyid Ali Velâyetnâmesi’nde Kızıldeli’yi Hünkâr’ın sağlığında ve bizzat Hünkâr’ın kendisi ile görüştüğünü sunarken, Abdal Musa Velâyetnâmesi ise Hünkâr’ın  vefatından sonra, hatta birinci nesil halifelerinden Sarı İsmail’in vefatından da sonra olduğu belirtilmektedir.

Eğer her iki velâyetnâme arasında kıyaslama yapılacak olursa, Abdal Musa Velâyetnânesi kronolojik olarak daha makul ve tarihsel gerçeklere daha uygundur.

 

Buraya kadar yaptığım karşılaştırmalar gösteriyor ki modern tarihçiler ile Velâyetnâme arasında sadece  Gelibolu’daki deprem konusunda bir paralellik bulunmaktadır.

Seyyid Ali Sultan ve kırk arkadaşının Osmanlı topraklarına gelmeleri ve Rumeli fetihlerine katılmaları, ayrıca göstermiş oldukları başarılarından dolayı kendilerine vakıf olarak bağışlanan mülklere yerleşip tekke kurmaları, yukarıda da söylediğim gibi Orhan Bey, Süleyman Paşa ve I. Murat dönemlerine denk düşmektedir.

Bundan dolayıdır ki Velâyetnâme’nin Kahire nüshasına itibar etmek daha makul görünmektedir.

 

Yine Velâyetname’de geçen bir efsaneye göre: “… Bu emre aldırmayan kâfir sultanın bir el işaretiyle kafasından olur.

 

Bir anda adamın kafasınını bedeninden ayrıldığını müşahade eden kale halkı dehşete kapılır.

Gazilerden horoz ötümüne kadar mühlet isterler.

 

Gaziler arasında o vakte değin bu heriflerin kendilerinin müstakbel ganimetlerini aşıracağı endişesi ile bu fikre karşı çıkanlar olursa da Seyyid Ali Sultan bu talebi kabul edip seher vaktine kadar beklemeyi kabul eder.

Ancak sabaha kadar kale halkı fikir değiştirir.

Gündüz gördükleri hadiseyi sihir hamledip tekrar hisarın savunması fikrini benimseler.

Tekrar savaş başlar.

[12] Görüldüğü gibi Seyyid Ali Sultan Velâyetnamesi’nde anlatılan “horoz” efsanesi, isim ve olayın geçtiği yer hariç Seyyid Ali Koç için de anlatılmaktadır.

 

[13] II. Arşiv Kayıtları

Kızıldeli Velâyetnamesi’nde yer alan Osmanlı arşiv kayıtlarına göre, Rumeli fütühatında göstermiş olduğu başarılarından dolayı Sultan I. Bayezid tarafından Dimetoka yakınlarında “Kara Bükü” (Darı Bükü) adındaki bir köy, Seyyid Ali Sultan’a vakıf olarak tahsis edilmiştir.

Yine Osmanlı arşiv kayatlarına göre Seyyid Ali Sultan, kendisine tahsis edilen bu köyün kenarındaki vakıf arazisi üzerine bir tekke kurmuş ve Bektaşi geleneğine göre faaliyet yürütmeye başlamıştır.

 

Tahrir kayıtlarına göre tekkeyi ekonomik olarak besleyen vakıf  üzerindeki haklar, şeyhin vefatından sonra evlatlarına geçmiştir.

 

Vakıf arazisi üzerindeki haklar, XV. asrın ikinci yarısında yapılan tahrirlerle de tesbit edilip kayıt altına alınmıştır.

 

Osmanlı Devleti’nin resmi toprak ve nüfus kayıtlarını gösteren tahrir defterleri, bugün hala mevcuttur.

 

XV. yüzyılın ikinci yarısından XVI. yüzyılın sonlarına kadar sırasıyla 1456, 1486, 1519, 1526 ve 1568 yıllarında düzenlenmiş tahrir defterlerindeki Seyyid Ali Tekkesi’ni (Kızıldeli) ilgilendiren bölümler üzerinde detaylı inceleme yapan İréne Beldiceanu Steinherr, yaptığı bu önemli çalışmalarını farklı zamanlarda iki makale halinde yayınlamıitır.

 

[14] İréne Beldiceanu’nun yayımladığı bu belgelerde Tekkenin ve tekkeye bağlı vakfın ekonomik ve hukuki durumu hakkındaki bilgiler ile birlikte tekkede kaç derviş yaşıyor, postta Seyid Ali soyundan kim oturuyor, mutfağında neler bulunduğu, kaç kişiye yemek verildiği, ayrıca vakfın gelirleri, vakfa bağlı köylerin hangileri olduğu, vakfın coğrafi sınırları gibi konulara yer verilmektedir.

 

Ayrıca adı geçen bu tahrir defterlerinde Seyyid Ali Sultan Tekkesi’nin yüz yıllık bir süre içersinde ne gibi değişikliklerin yapıldığı da yer almaktadır.

Tüm bunlara rağmen bu belgelerde Seyyid Ali Sultan’ın hayatı ve kimliği hakkında fazla bir bilgi bulunmamaktadır.

Ancak Seyyid Ali Sultan’ın hayatı, tarihi kişiliği ve kimliği hakkında bazı bilgiler, İstanbul Başbakanlık Arşivi Ali Emiri fonunda bulunan Musa Çelebi Dosyası’nda bulunmaktadır.

 

Bu dosya içinde 7 belge bulunuyor, bunlardan 5’i Seyyid Ali (Kızıldeli) ile ilgilidir.

1) 815/1412 tarihli Yıldırım Beyazıt’ın oğlu Musa Çelebi tarafından Kızıldeli‘nin kendisine verilen berat.

2) 1001/1592-3 tarihli vakfın imtiyazlarını tasdik eden ve sınırlarını belirleyen sınırname.

3) 1024/1615 tarihli I. Ahmet döneminde yazılan, Kızıldeli Tekkesi dervişlerinin avarızdan ve tekalif-i örfiyeden muaf olmalarına rağmen kısa süre önce yapılan tahrirde üzerlerine vergi yazıldığından dolayı şikayet ettikleri ve eski muafiyetlerinin geri verildiğine dair belge.

4) 1051/1641 tarihli Sultan İbrahim tarafından verilen berat sureti.

5) TT 470 (1568 tarihli mufassal tahrir defteri)’nin içeriğini tekrarlayan havas-ı hümayundan Dimetoka’ya tabi on ve Kavala’ya tabi dört karyenin isimlerini havi defter mevcuttur.

 

[15] III. Vekayinâmeler

Osmanlı Devleti’nin tarihçesini esas alarak, olayları destansı bir anlayışla tarih sırasına göre anlatan kroniklerdir.

 

[16] Ne yazık ki Osmanlı tarihinin erken dönemleri hakkında bu vekayinâmelerden başka bir eser bulunmamaktadır.

Hâlâ en kapsamlı kaynak türü olarak  bu kroniklere baş vurulmaktadır.

Ancak buna rağmen kroniklerin Osmanlı tarihinin XIV. yüzyıl dönemleri hakkında verdikleri aşağıdaki bilgiler, oldukça önemlidir: “…Osmanlılar Karesi Beyliği’ni ilhak ettiklerinde, Rumeli taraflarını iyi bilen ve karşıya geçip akınlar yapma konusunda tecrübeli Karesi beyleri de Osmanlı hizmetine girmişti. Gazi Evrenos, Hacı İlbey, Ece Bey, Gazi Fazıl bunlar arasında sayılabilir.

 

Karesi kökenli bu beyleri, Rumeli fetihlerinde daima ön saflarda ve önemli görevlerde görüyoruz.

Karesi İli’nin ilhak edildikten sonra Süleyman Paşa’ya verildiğini

 

[17] dolayısıyla da Karesi beylerinin onun hizmetine girdiğini

 

[18] Osmanlı tarihlerinden öğreniyoruz.

Bu bilgiler doğrultusunda denilebilir ki, Süleyman Paşa’nın Çanakkale Boğazı’nı geçerek Gelibolu’yu ele geçirmeleri, hatta Gelibolu’dan sonra Trakya ve Balkanlar’da yürüttükleri fetihlerde, bu yöreyi çok iyi bilen Karesi beylerinin çok büyük payı vardır. Ancak, velâyetnameler ile vekaynâmeleri karşılaştırdığımız zaman, Seyyid Ali Sultan Velâyetnamesi’nde Seyyid Ali Sultan’ın Rumeli’ye geçişte ve Gelibolu’nun fethinde Süleyman Paşa ile birlikte olduğunu görüyoruz.

 

Hatta Edirne, Şumnu, Rusçuk, Silistre ve Yanbolu gibi pek çok şehir ve kalenin ele geçirilmesinde Seyyid Ali Sultan ile Gazi Rüstem’in manevi gücünden bahsedilirken, vekayinâmelerde Seyyid Ali Sultan’dan hiç bahsedilmemektedir. Hatta yukarıda adı geçen şehir ve kalelerin ele geçirilmesinde en fazla  adı geçenler arasında Süleyman Paşa, I. Murat,  Evrenos Paşa, Timurtaş Paşa, Candarlı-zade Ali Paşa’dan söz ediliyor.

Acaba İréne Beldiceanu’nun iddiğa ettiği gibi Hacı İlbey ile Seyyid Ali Sultan aynı kişi midir?

 

[19]Buna rağmen kroniklerde anlatılanlar ile velâyetnamelerin ortaya koyduğu tabloyu yan yana getirdiğimizde bazı tarihi  sonuçlar elde etmek mümkündür. Seyyid Ali Sultan Velâyetnâmesi’ne baktığımız zaman Rumeli’ye geçmeden önce Seyyid Rüstem Gazi, şöyle bir teklifte bulunuyor: “Şu tedârik ve tedbir gönlüme hutûr eylemiştir.

Padişahımız sol kola revan olsun.

Ba’dehu Saruca Paşa orta kola yürüsün. Bizler de Süleyman Paşa ile sağ kola yürüyüb azm-i Burgaz idelüm.”  O tarihlerde Bolayır’a Burgaz derlerdi.

 

[20] Yıldırım Han’ın (Orhan Gazi olmalı) bu plân gereği sol kola hareket edip yedi kale ele geçirdiği, yedi bin esir ile pek çok ganimet elde ettiği, Sağ kolda ise kırk er ile Seyyid Ali Sultan ve Süleyman Paşa, Çardak üzerine vardılar. Orada biraz dinlendikten sonra Rumeli’nin fethi için Çardak üzerinden Gelibolu’ya geçtiler.

 

Yukarıda anlatıldığı gibi Seyyid Rüstem Gazi’nin bu önerisine göre hareket edildi.

Daha sonra Rumeli’ye geçildikten sonra yine bu plân uygulandı. I. Murat, Sırp Sındığı zaferinden sonra, Balkanlar’daki uç bölgelerini sağ, orta ve sol kanatlar olarak üç bölgeye ayırmıştı. Evrenos Gazi’nin  faaliyet sahası olan sol kol veya sol kanat: İpsala ve batıya doğru Dimetoka Gümülcüne, Serez, Karaferye ve oradan ikiye ayrılıp Tırhala ve Üsküp’e ulaşıyordu.[21] Sağ kanat yani doğu sınır bölgesi, doğrudan doğruya  I. Murat’ın kendi komutası altında idi.

 

Orta kanat ise Kara Timurtaş Paşa komutasında bulunuyordu.

 

[22] “…Asker içinde öteden beri gazalarda nam salmış Gazi Evrenos derler bahadır bir yiğit vardır.

Sultan (Seyyid Ali Sultan) o yiğidi gazilere serasker tayin edip kalenin fethi için yollar. Bu arada Evrenos’a olur da başı sıkışırsa kendisinden himmet talep etmesini tembih eder…”

 

[23] Tarihsel verilere göre  İpsala’dan Üsküp’e kadar olan sol kanat, Evrenos Gazi’nin faaliyet sahası olarak gösteriliyor.

Ancak yukarıdaki parağrafta Seyyid Ali Sultan’ın Evrenos Gazi’yi gazilerin başına serasker yaptığını da görüyoruz.

Bu bilgiler doğrultusunda Seyyid Ali Sultan, Evrenos Gazi’nin üstünde bir mevkiye sahiptir.

Evrenos Gazi’nin faaliyet alanı olarak gösterilen sol kanat, aynı zamanda Aleviliğin farklı ekollerinin de yayılma alanı olmuştur.

 

Seyyid Ali (Kızıldeli) yanlısı olarak bilinen Bektaşi ve Ahi ekolünün Rumeli’ye geçtiklerinde, yerleşim sahası olarak merkez Trakya, Dimitoka, Güney Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk ve Kuzey Batıya doğru Macaristan’a kadar bir hat izledikleri görülmektedir. Yukarıda adı geçen  Gazi Evrenos Paşa’nın Seyyid Ali Sultan ile olan bu ilişkisi, aynı orduda bulunmalarının dışında şeyh-mürit ilişkisi şekline dönüştüğü görülmektedir.

Sözlü Bektaşi Şiirlerinde, Evrenos Gazi’yi Seyyit Ali Sultan’a bağlanmış ve onun müridi olarak görmekteyiz.

Yine Evrenos Bey’in Seyit Ali Sultan’a bağlılığı bir birinden uzak olan iki Alevi şairi İbrahim Baba

[24] ile Edirne’li Tevfik Baba’nın şiirlerinde görülmektedir.

[25] Hatta Seyyit Ali adına Gümülcine’de yapılmış bulunan Evrenos Gazi Zaviyesi’nin 19. yüzyıla kadar varlığını korumuş olduğu biliniyor.

Ayrıca bu husus aşağıdaki dörtlüklerde de görülmektedir.

Kırklar bile geldi hizmet eyledi

Şahım cümlesine himmet eyledi

Gazi Evronos da bî’at eyledi

Rûmeli serdarı Seyyid Ali’ye

Şair Tevfik Bey Baba

Seyyid Ali Sultan kırkların başı

Gazi Evranoz beğlerin yarı yoldaşı

Görün Sarıkız’da ol çaldı taşı

Ol dem kuvvet verildi şahın koluna

Geda Musli

Bir atın kavm ile deryaya girdi

Hiç aman vermedi küffarı kıldı

Gâzi Evranoz Beğlerin Muhsin’e saldı

Sana medh etdiğim Kızıldeli’dir

Baba İbrahim

Yukarıdaki bilgilere göre Seyyit Ali Sultan’ın faaliyet sahası ile Evrenos Gazi’nin faaliyet sahası[26]aynıdır.

Seyyid Ali Sultan da  Evrenoz Gazi’nin komuta ettiği guruplar içinde bulunmakta idi.

[27]Muhtemelen Seyyid Ali Sultan, Dimetoka’nın alınmasının ardından Dimetoka’daki tekkesine yerleşmiş olmalıdır.

 

Tarihi kayıtlara göre Seyyit Ali Sultan’ın Dimetoka’daki bu tekkede Hakk’a yürümüş olduğu görülmektedir.

[28] Aslında bu tekkenin, Seyyit Ali Sultan’ın kendi sağlığında Hacı Bektaş dervişlerinin Rumeli’deki merkezi haline geldiği, Balkanlar’daki Bektaşiliğin en önemli tekkesi olarak diğerlerinin üzerinde bir nüfuza sahip olduğu

[29] bu özelliğini de 17. yüzyıla kadar devam ettirdiği anlaşılıyor.

 

1402 veya 1412 yılında Hakk’a yürüyen Seyit Ali Sultan’ın Resül Bali ve Mürsel Bali adında iki oğlu vardı. Seyyid Ali Sultan’dan sonra büyük oğlu Resül Bali, Hacı Bektaş Dergâhı’na post-nişin olmuş, küçük oğlu Mürsel Bali ise Yukarı Tekke’de post-nişin olmuş ve bu tekkede irşada devam etmiştir. Resul Bali’in Hakk’a yürümesiden sonra Dimetoka’dan ayrılarak Hacı Bektaş Dergahı’nın başına geçerek, 1441-1484 yılları arasında bu dergâhta post-nişin olarak görev yapmıştır.

Mürsel Bali’den sonra sırasıyla Balım Sultan, Vahdeti Dede, Seyit Mustafa Dede, Kara Ali Dede ve Sadık Abdullah Baba gibi Bektaşi büyükleri Seyyid Ali Sultan Dergâhı’nda hizmet etmişlerdir.

[30] Yukarı Tekke’nin 1.5 km kadar yukarısında Balım Sultan’ın babası Mürsel Bali’nin medfun olduğu kabri bugün halâ ziyaret edilmektedir.

Aşağıdada vereceğim krokide 1927 yılında Seyyit Ali Sultan (Kızıldeli) Vakfı hudutları içersinde yer alan 30 adet köyün mevcut olduğu gözükmektedir. 22/01/2012 tarihinde Kızıldeli Dergâhın’a yaptığım ziyaret esnasında Ruşenler Köyü sakinlerinden[31] aşağıda vereceğim şu köylerin bugün hala mevcut olduğunu ve bu  köylerin  tamamında Sünni inancına mensup halkla birlikte yaşadıklarını ve kendi inançlarını devam ettirdiklerini öğrendim.

 

[32]1. Ruşenler Köyü, 2. Babalar Köyü, 3. Hacıali Köy, 4. Demirören Köyü, 5. Karaören Köyü, 6. Küseler Köyü, 7. Kütüklü Köyü, 8. Mesimler Köyü, 9. Kamberler Köyü, 10. Ahlatçı Köyü, 11. Taşal Köyü, 12. Yılanlı Köy, 13. Büyük Dervent Köyü, 14. Ebil Köy, 15. Seçek Sırtı, [33]16. Salıncak Köy, 17. Kaypak Köy, 18. Kartunca köy.

 

Aşağıdaki  krokide gösterilen Kirezli köyü ile Ortaköy, Yukarı ve Aşağı Yörükler  köyleri de Seyyid Ali Sultan Vakfı hudutları içersinde iken bugün Bulgaristan toprakları içersinde kalmıştır.

Moderin tarihçiler içinde ilk olarak Seyyid Ali Sultan hakkında  bilgi sunanların başında Baktaşilik üzerine esaslı bir monografi kaleme almış olan Amerikalı araştırmacı John K. Birge olmuştur.

Birge’den sonra 1942 yılında kolonizatör Türk  dervişlerini ele aldığı ve bu makalesinde Kızıldeli, Kızıldeli tekkesi ve vakfına dair çok önemli iki tahrir kaydından bahseden Ömer Lütfi Barkan olmuştur.

Bu belgeler şunlardır: “Dimetoka kazasında medfun Es-seyyid Ali nâmı diğer (Kızıl Delü) diyar-ı Rumeli şeref-i İslâm’la müşerref oldukta bile geçüb zikrolan köylere 804 tarihli bir mülknâme ile mutasarrıf  bulunmaktadır. Ve o tarihten beri Kızıl Delü oğullarının tasarruflarında olan Tatar Viranı ve Tatarlık gibi mezralar zaviyelerine inen yolculara hizmet etmek mukabili evlâdlık vakıf olarak kayıtlıdır. Ve şayan-ı dikkattir ki, vaktiyle, Tatarlar tarafından iskân edilmiş olan bu viraneler bir derbend köyüdür. Ve babaları hissesine mutasarrıf olan Ahi ören ve Bahsayiş, vakfın müessisi ve ataları adına izafeten Kızıl Delü Derbendi ismi verilen bu derbendi kendileriyle birlikte olan dervişleriyle beraber hıfzetmektedirler ve bu derbend onlar sayesinde 58 Müslüman ve 23 kâfir haneli bir köy haline gelmiştir.

[34]Dimetoka’daki Kızıl Delu derbendinde olduğu gibi, bu dervişler, geldikleri bölgelere akvam ve akrabalarıyla gelip yerleşmiş olan muhacirlerdir.

Böyle boş bir yerde zaviye bina etmek işi, oraların imarı ve asayişinin temini için olduğu kadar, ailenin imtiyazlı mevkiinin muhafazası için de gereklidir. Umumi bir hizmet müessesesi kuran bu insanlar, imar ve iskân taahhüdlerini de fiilen yerine getirmiş oluyorlardı. Bu dervişlerin birçoğu bizzat o bölgeleri fethetmiş olan gazi askerlerdir.

[35]Heterodoks, yani bâtıni (içsel) ve tasavvufi İslam’dan söz edildiğinde akla ilk gelen isim İréne Mélikoff  ve Ahmed Yaşar Ocak’tır.[36] Her iki akademisyenin de Bektaşiliğin Rumeli’de gerçek temsilciliğini yapmış bulunan böylesine önemli popüler bir Bektaşi önderinden söz etmemeleri düşünülemezdi. Bektaşilik konusunda çok önemli çalışmaları bulunan her iki akademisyenin de Seyyid Ali Sultan gibi çok önemli bir şahsiyet hakkında muhtelif çalışmaları mevcuttur.

 

Ancak bu makale  ve kitaplarında kısaca bilgi vermekten ileri gidememişlerdir.

 

Ramazan Balkan, Bilinmeyen Gerçekler Erkanmame ve Gönül Yolu.Syf.. 272.

Melikoff,  Alevilik ve Bektaşilik konusunda pek çok çalışma yapmış ve bu konuda önemli eserler meydana getirmiştir. 14.-15. yüzyıllarda Heterodoks[37] İslam’ın Trakya ve Rumeli’de yerleşme yollarını konu aldığı makalesinde  Seyyid Ali Sultan’dan bahsetmekte ve Kızıldeli’yi Balkanlar’da İslam heterodoksisinin ilk yayıcıları arasında değerlendirilmektedir.

 

[38] Görüldüğü gibi Tahrir Defterlerindeki kayıtlarda  veilen bilgiler ile Velâyetnâme’de anlatılanların kısmen örtüştüğü görülmektedir. Şu bir gerçek ki, o yüce Veli’nin efsanevi yaşamı hakkında halkın  ve halk şairlerinin düşünce ve inanç dünyasında oldukça zengin bir yerinin olduğu muhakkaktır. Tüm bunlara rağmen önce Seyyid Ali Sultan’ın kim olduğu hakkında kısa bir bilgi vermenin yerinde olacağı kanısındayım.

Ahmed Hamdi Zaze Paşa’nın Arapça kaleme aldığı eserinin 50. sayfasında Seyyid Ali Sultan’ın adının “Hızır Lâla Seyyid Ali Sultan” olduğu, ayrıca resmin altında da “Seyyid Hüseyin Ata oğlu Seyyid Ali Sultan’dır.

 

Hızır Lâla diye lâkaplandırılmıştır. Doğum yılı 710 ve ölüm yılı 805 (1310-1402) olarak kayıt düşülmüştür. Bir lâkabı Hızır Lâla olmakla beraber Kızıldeli lâkabıyla şöhret bulmuştur.

 

Dede Baba Bedri Noyan’da yukarıda verdiğimiz bilgileri teyid etmektedir.

 

[39]Yukarıda Seyyid Ali Sultan’ın Horasan erenlerinden Hüseyin Ata’nın oğlu olduğu verilirken,  kendi velâyetnamsesinde ise Horasan erenlerinden Hasan Ata’nın oğlu olduğu söylenmektedir.

 

[40] Daha önce de belirtildiği gibi lâkabının  Hızır Lâla olmasına rağmen 1397 yılında Dimetoka’ya gidip Kızıldeli Irmağı’nın kıyısında, Tanrı Dağı üzerinde dergâhını kurarak kendi inancı ve düşüncesi doğrultusunda faaliyet göstermiş ve Kızıldeli lâkabıyla şöhret bulmuştur.

[41]“Kızıl Deli, Meriç Nehri’nin kollarından birinin adıdır. Bu çay, XIV. yüzyılın sonunda ve XV. yüzyılın başında yaşamış olan Seyyid Ali Sultan’ın  kurduğu dergâha adını vermiştir.[42] Kızıldeli Sultan’ın gerçek makamının Dimetoka’da olduğu bir gerçektir.

 

Ancak Malatya’nın Yazıhan İlçesi’nin Fethiye Köyü’nün mezrası olan Tenci’de de Kızıldeli’nin bir türbesi olduğu gibi, bugün benim defalarca ziyaret ettiğim ve “post-nişin”dedenin evinde muhipleriyle birlikte sohbet ettiğim, bir Kızıldeli Türbesi de Kütahya’nın Çamlık Mahallesi’nde bulunmaktadır.

 

[43]Dimetoka Dergahı dünya üzerinde mücerret hilafet erkânı yapabilen beş büyük tekkeden biridir.

 

Bu nedenle Arnavut muhiblerce “Trgejen Madh”, yani Büyük Tekke ismiyle anılır. Tekke’nin Kızıltepe Mezrası’nda türbesi bulunan Seyid Ali Sultan’ın anısına binaen buraya bir meydanevi inşa edilmiş olup, “Yukarı Dergah” ismiyle anılmaktadır.

 

Biraz daha çukurda bulnan diğer bir dergah daha vardır ki buna da “Aşağı Dergah” denilmektedir.

[44] Değerli araştırmacı Ahmed Hezarfen tarafından Başbakanlık Osmanlı Arşivleri titizlikle incelenerek söz konusu Dergah’ın 1829 tarihi itibarı ile devletçe gasp edilen vakıf ve mamelek envanterne deklare edildiği anlaşılmıştır.

 

Ayrıca Dimetoka Sancağı’nın, Çirmen (Ormenion) Liva’sında Mürsel Gazi veya Mürsel Baba (Balım Sultan’ın Babası) adına kayıtlı bir Tekke daha bulunmaktadır.

Söz konusu bu tekke, bugün bir oda büyüklüğünde, 1.5 metre kadar taştan duvarlarla çevrili olup üstü açıktır.

 

[45] Dimetoka Dergah’ı 1826 yılında II. Mahmud tarafından başlatılan Yeniçeri-Bektaşi Kıtal’inden nasibini almış ve tahrip edilerek kapatılmış, son post-nişin olan İbrahim Cefai Baba ise şehit edilmiştir. Diğer taraftan 1807 yılında Hakk’a yürümüş bulunan ve Kruja (Görice) kentindeki Nepravişte kasabasında kurulu “Abdullah Melcan” Dergah’ı’nın ilk post-nişini olan Kemalettin İbrahim Şemimi Baba tarafından Elbasan’da bir Tekke inşa edilmiş ve yıllar sonra Dimitoka Dergahı’nın şehit edilen son post-nişini İbrahim Baba’nın ismi, bu Tekkeye izâfe edilerek, “Elbasan İbrahim Cefai Baba” Tekkesi olarak yad edilmiştir.     

 

  Cefai Baba Tekkesi’nin son post-nişini ise önceleri Bağdat Kâzımiye Dergahı’nın post-nişinliğini derühte eden ve şehitlik dergahı post-nişini Halife Nafi Baba’nın nasipli mücerret Halife Selman Cemali Baba olup, bu zât 1943 yılında Hakk’a yürümüştür. Tekirdağ’lı Belediye Başkanı Hasan Cemali Baba ile genellikle karıştırılır.

[46]Özetleyecek olursak, Kızıldeli Dergâhı, I. Murat’ın son yıllarında veya büyük ihtimalle Yıldırım Beyazıt tarafından vakfedilmiştir. Kaynaklarda şu ifadeler bulunuyor: “Dimetoka kazasında medfun Es-seyyid Ali nâmı diğer (Kızıl Delü) diyar-ı Rumeli şeref-i İslâm’la müşerref oldukta bile geçüb zikrolan köylere 804 tarihli bir mülknâme ile mutasarrıf  bulunmaktadır.

 

Hayatının son yıllarına dair fazla bilgi bulunmamasına rağmen Rumeli’de Bâtıni veya İçsel İslam’ın en büyük temsilcilerinden olduğu, Alevi-Bektaşi felsefesini en mükemmel bir şekilde temsil ettiği kesindir.

Kendi velâyetnâmesinde Horasan ekolüne mensup olduğu beyan edilmekle beraber Anadolu’da da doğmuş olabilir. Seyyid Ali Sultan’ı Osmanlılar’ın henüz Rumeli’ye geçmediği bir dönemde Saruhan beylerinin arasında olduğunu görüyoruz.

 

Bilindiği gibi o yıllarda Anadolu’da çok yaygın olan Vefai-Babai inancı hakimdi. Buna rağmen Kızıldeli Sultan, Balkanlar’a yerleşip kendi tekkesini kurunca, Hacı Bektaş Veli’nin başlatmış olduğu Bektaşilik ekolünün öncülüğünü yaptığı ve yanında buluna dervişleri ile etrafına topladığı halka kendi mistik anlayışını yaymıştır.

 

Hatta denilebilir ki Rumeli’nin Türkleşmesi ve İslamlaşması sürecinde çok etkili olmutur.

Balkanlar’da Balım Sultan’ın kurumlaştırdığı Bektaşiliğin öncülerinden sayılan Seyyid Ali (Kızıldeli) Sultan’ın 1002 veya 1412 yılından kısa bir müddet sonra Hakk’a yürüdüğü düşünülmektedir.

 

 Seyyid Ali  Hakkında Söylenen Deyişler

 

Gene İmam nesli zuhura geldi

Biri Elmalı’da Bursa’da kaldı

En küçük kardaşı Rumeli’n aldı

Dillerde söylenen Seyyid Ali’dir

 

Bir atın kavm ile deryaya girdi

Hiç aman vermedi küffarı kıldı

Gâzi Evranoz Beğlerin Muhsin’e saldı

Sana medh etdiğim Kızıldeli’dir

 

Koru Yaylası’ndan meskenin gören

Çadırın yerinde mutfağın kuran

Yedi köşe yerde temel bırakan

Sana medh etdiğim Kızıldeli’dir

 

Meskenimdir deyip çöküp oturan

Kuru şişle dut ağacın bitiren

Otman Baba’yı bulut ile getiren

Sana medh etdiğim Kızıldeli’dir

 

Baba Pınarı’nı bina eyledi

Gör şu Yezid’lere n’etdi neyledi

Baba İbrahim bunu böyle söyledi

Sana medh etdiğim Kızıldeli’dir

Dillerde söylenen Seyyid Ali’dir.[47]

 

Erenler serveri ol pîrim Ali

Ser-çeşme olmuştur Urum iline

Ağaçtan Zülfikar ol gerçek veli

Ol dem tekbir oldu pîrin beline

 

Abdal Musa Sultan Şah himmet kıldı

Denedi kılıcı şah taşı böldü

Bütün Urumeli İslam’a geldi

Fetih Surelerin almış diline

 

Kırklar azm eyledi Elmalı şehri

Görün Boğazhisar’da ol böldü bahri

Bolayır’da küffara eyledi kahrı

Ol dem kılıç aldı şahım eline

 

Bilin Tanrı Dağı şahın otağı

Hışmından kan kuşandırırdı dağı

Gelibol üstünde ol kuru dağı

Ol dem âşık oldum şahın diline

 

Şahımın refiki gaziler beğler

Hışm eyler küffara ciğerin dağlar

Gerçek âşıkların methini söyler

Ol dem âşık oldum şahın yoluna

 

Şahım himmet ile sancak götürür

Kalenin temelin alt üst getirir

Tanrı Dağ üstüne çökmüş oturur

Meskenimdir deyü geldi diline

 

Seyyid Ali Sultan kırkların başı

Gazi Evranoz beğlerin yarı yoldaşı

Görün Sarıkız’da ol çaldı taşı

Ol dem kuvvet verildi şahın koluna

 

Horasan mülkünden Hoy’dandır aslı

Şah İmam Hasan’dır şahımın nesli

Mürşidine bend ol ey Geda Muslî

Kıyamette alsın elin eline[48

Hakkı SAYGI (BABA)

 

************************************

KIZIL DELİ


Allah Allah diye zikrini çeker
Erenler diyarı er KızılDeli
Bu yol doğru kızıl deliye gider
Pirimin mekanı pir KızılDeli

Dergahından hakka gidesim gelir
Göğnümü çul edip seresim gelir
Arayan her yerde mekanın bulur
Göğnümde yaremi sar KızılDeli

Her dem öğünürüm kızıl deliyle
Sofrası açıktır hızır eliyle
Harlansa tutuşsa odun yerine
Ataş'den etrafı nur KızılDeli

Bu can vara hak demine karışa
Bir kusur ettimse hatam bağışla
Seni yazdım diye küsme yusuf'a
Gayrı muradımı ver KızılDeli.

Söz: Yusuf Aslan.
Malatya / Fethiye.

 

 

 

 

 

[1] Bunu Yıldrım Han değil, 1326-1362 yılları arasında yaşamış olan Orhan Bey olarak kabul edeceğiz ve bundan böyle Yıldırım yerine, Orhan yazacağız. Velâyetname’nin Kahire nüshasında Yıldırım Han yerine Orhan Bey ve I. Murad zamanı yazıldığını görüyoruz. Hakkı SAYGI.

 

[2] K. N: “Sizlere himmet kılıcı kuşatsın.”

 

[3] Rıza Yıldırım, Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) ve Velâyetnamesi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 161, 162, 163, 2007- Ankara

 

[4]. Rıza Yıldırım, Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) ve Velâyetnamesi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 16, 2007- Ankara

 

 

[5] Abduraman Güzel, Abdal Musa Velâyetnamesi. S. 149

 

[6] Umur Bey, 1334-1348 yılları arasında Aydın oğulları Beyliği’nin Uluğbeyi idi. Bak. Himmer Akın, Aydın oğulları Tarihi Hakkında Bir Araştırma, Ankara Ünversitesi Basımevi ,  s. 39, 1968-Ankara

 

[7] Rıza Yıldırım, Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) ve Velâyetnamesi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 137, 138, 139, 2007- Ankara

 

[8]  Bu yeşil fermanla ilgili bir açıklama Menakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli’de de vardır. (Bak. Velâyetname, nşr.

 

Abdülbaki Gölpınarlı, İnkilap Kitabevi, s. 80-81, 1995-İstanbul)

 

[9] Saru İsmail Hacı Bektaş Veli’nin önde gelen halifelerinden biri olarak bilinmektedir.( Bak. Gölpınarlı, Velâyetname, s. 80-81)

 

[10] Abduraman Güzel, Abdal Musa Velâyetnamesi, s. 147.

 

[11] Hakkı Saygı, Babası.

 

[12]. Rıza Yıldırım, Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) ve Velâyetnamesi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 20, 2007- Ankara

 

[13] Bak. Seyyid Ali Koç bölümü.

 

[14] İréne Beldiceanu Steinherr. “La vira de Seyyid Ali Sultan et la conquéte de la Thrace par les Turcs “, in Proceedingsof the 27 th İnternational Congress of Orianelists, 1967, ed D. Sinor, Wiesbaden , 1971, s. 275-6; İréne Beldiceanu Steinherr, “Osmanlı Tahrir Defterlerinde Seyyid Ali Sultan: Heterodox İslam’ın Trakya’ya yerleşmesi.” Sol Kol Osmanlı Egemenliğinde Via Egnatia (1380-1639), ed. Elizabeth A. Zachariadou (Çev. Özden Arıkan,  Ela Güntekin,  Tülin Altınova), İstanbul,  Tahrir Vakfı Yayınları, 1999, 50-72.

 

[15] Musa Çelebi Dosyası’nda bılunan  bu belgelerin bir bölümü, daha önce Ö. Lütfi Barkan, M. Tayip Gökbilgin, Paul Wittek ve Menage tarafından kısmen yayınlanmıştır.  Gökbilgin dosyası içindeki Geyikli Baba Menakıbnamesi  dışındaki kısımları aralıklı olarak yayınlanmıştır. (Bak. M. Tayyip Gökbilgin. XV-XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livası: Vakıflar-Mülkler-Mukattalar. İstanbul, 1952, s. 183-187). Bu dosyalarda yer alan 1412 tarihli ilk belge hakkında Wittek, ayrıntılı bir inceleme yapmış (Bak. Paul Wittek. “Zueingen frühosmanichen Urkuden II”. WZKM. 54. 1957. 240-256.) ve Menage bu çalışmayı bir notla tamamlamıştır. (Bak. V.L.Menage. “Musa Çelebi’s Nishan of 815/1412”. BSOAS. 26. 1963. S. 646-648.) İréne Beldiceanu Steinherr de yukarıda bahsedilen makalesinde esas kaynak olarak bu dosyanın içindeki belgeleri kullanmıştır.

 

[16] Bu gibi vekayinâmelerin günümüze kadar ulaşabilen en erken tarihlileri, Aşıkpaşazade, Oruç ve Nesri’nin tarihleri ile Anonim Tevarih olup bu dört eser de neşr edilmiştir. Bak. Aşıkpaşazâde, Tevarih-i Al-i Osman, neş, Ali Beğ. İstanbul.1332; Aşıkpaşazâde, Tevarih-i Al-i Osman, neş. Nihal Atsız. Türkiye Yayınevi tarafından İstanbul’da yayınlanan Osmanlı Tarihleri isimli kitabın içinde: Mehmet Neşri. Kitâb-ı Cihan-nümâ I-II. Haz. Faik Reşit Unat. Mehmet A. Köymen, TTK: Ankara, 1995: Friedich Giese. Die Altosmanischen anonymen chroniken, Breslau. 1944: F.Giese.  (neş.), Anonim Tevârih-i Al-i Osman, haz. Nihat Azamat. İstanbul, 1992: Oruç Beğ,Tevârih-i Al-i Osman, F. Babinger, Hannover, 1925: Edirneli Oruç Beğ. Oruç Beğ Tarihi, haz. Nihat Atsız. Tercüman 1001 Temel Eser Serisi: (yer yok), 1972.

 

[17] Aşıkpaşazâde.s. 122

 

[18] Seyyid Ali Sultan Velâyetnâmesi metninde Gelibolu ve Bolayor fetihlerine dair bölümlerde Süleymaan Paşa hakkında bilgiler mevcuttur.

 

[19] Bak. İréne Beldiceanu-Steinherr. “La Via de Seyyid Ali Sultan et conquéte de la Thrace par les Tures”, in Proceedings of the 27th İnternational Congress of Orientalists. 1967, ed. D. Sinor, Wiesbaden, 1971, s. 275-76.

 

[20] Seyyid Rüstem Gazi’nin bu teklifi,

 

[21] Colin Heywood; Sol Kol, Osmanlı Egemenliğinde Via Egnatia (1380-1699), Editör: Elizabeth A. Zachariadou, İstanbul 1999, s. 136, 139. Yollar hakkında daha geniş bilgi için bkz. Stephane Yerasimos; Les Voyageurs Dans L’Empire Ottoman (XIV. – XVI. Siécles), Ankara 1991, Sağ Kol hakkında : s. 56 – 60, Orta Kol hakkında s. 43 – 55, Sol Kol ; s. 33 – 42. Osmanlı Devleti yeni yollar yapmamış gerektiği zaman yolları onartmış veya köprüler yaptırmıştır. Bu taş köprülerin genişliği de yollardan farklı değildi. Örneğin Uzunköprü: 5. 50 m., Silivri Köprüsü 5. 75 m., Babaeski Köprüsü 5. 85 m. genişliğinde idi. Bu konu ile ilgili bkz. Rhoads Murphey; “17. Yüzyılda Via Egnatia Boyunca Görülen Ticaret Örüntüleri”, Sol Kol Osmanlı Egemenliğinde Via Egnatia, İstanbul, 1999, s.198.

 

[22] Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, C.I s.182-183 tekin Yay.. Bs. 3

 

[23] Rıza Yıldırım, Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) ve Velâyetnamesi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 20, 2007- Ankara

 

[24] İbrahim Gökçen Sicillere Göre XVI ve XVII Asırlarda Saruhan Zaviye ve Yatırları CHP Manisa Halkevi Yay, İst 1946 s, 17

 

[25] Salcı, Edirneli Tefik Baba Evrenos Gazi’nin Seyit Aliye bağlandığını belirtir. V. L. Salcı Gizli Türk Dini Oyunları Nimune Matbası, 1941.

Yine Gümülcine de Evrenos Gazi’nin türbesi ve tekkesi 19 yüzyıl kadar varlığını korumasına rağmen mütevellilerin olmadığın Ali Kemal Balkanlı söylemektedir.

 

[26] Seyit Ali Sultan Velayetnamesi’nde Şumnu, Rusçuk Silistre gibi Kuzey Bulgaristan sahaları Seyit Ali Sultan ve yanındakileri nin savaştığı sahalar olarak gösterilirken Evrenos Gazi’nin faaliyet bölgesi ise Balkanların Güney-Batı hattında olup (Ali Kemal Balkanlı Şarkı Rumeli ve Buradaki Türkler s, 23 Elhan Kitapevi 1986 ) bahsedilen bu sahalarda Timurtaş Paşa’nın bulunduğu yerlerdir. B. J. V. Hammer Purgstall Osmanlı Devleti Tarihi, C. 1 S. 161. Üçdal Neşriyat 1983

 

[27] Seyit Ali Sultan Velayetnamesi’nde Osmanlı hükümdarları küçümsenmekte hanedanı dolaylı olarak kendi çabalarının Meyve’ sini toplamış olmakla suçlamaktadır Sol Kol, İrene Beldiceanu Steinherr, Osmanlı Tahrir Defterlerinde Seyit Ali Sultan (Hetredoks İslam ın Trakya’ya Yerleşmesi) S.65 Tarih Vakfı Yurt Yay.

 

[28] Kızıl Deli’nin Türbesi’nin Tanrı Bükünde olduğunu öğreniyoruz. S. 60 Burada Seyit Ali Sultan’ın soyundan gelenlerde oturmakta idi. Seyit Ali Sultan’ın türbesinin bulunduğu yer daha sonra git gide Hıristiyanların yaşadığı yer olmuştur. İrene Beldiceanu Steinherr Sol Kol Osmanlı Tahrir Defterlerinde Seyit Ali Sultan (Hetredoks İslam ın Trakya’ya yerleşmesi ) s. 62, 63 Tarih Vakfı yurt Yay.

 

[29] Seyit Ali Sultan özellikle Bektaşi geleneği için son derece önemli bir isimdir. Bektaşi meydanında Seyit Ali Sultan’a ait bir post vardır. Abdülbaki Gölpınarlı Mevlana’dan sonra Mevlevilik s. 290. Seyit Ali Sultan hem Bektaşilerce hem de dedeli Alevilerin Erenlerindendir. Edirne Uzunköprü Bektaşileri Kızıl Deli’li olmakla övünürler. Cemlerde “Kızıl Deli’nin demine devranına hü” diye bir gülbenkleri vardır.

Bunlar kendilerinin Seyit Ali Sultan’ın soyundan geldiğini söylemektedirler. N. Birdoğan Alevi kaynakları I s. 55 Kaynak Yay. Anadolu ve Balkanlarda Alevi Yerleşmesi. İrene Beldiceanu Steinherr Sol Kol Osmanlı Tahrir Defterlerinde Seyit Ali Sultan (Hetredoks İslam ın Trakya’ya yerleşmesi) Tarih Vakfı Yurt Yay.  Steiner bu çalışmasında Tahrir Defterlerinde daha öncekinin tersine 1456 da dinsel bir tarikatla ilgili en ufak bir imaya rastlanmadığını, yalnızca bir türbe ve kervansarayın varlığının bilindiğini 1486 yılında ise Kervansarayın bahsi geçmeyip ama zaviye ve şeyh ve dervişlerden söz edilmekte olduğunu söylemektedir.

S. 61 Burada 1456 yılında küçük bir gurup varken 30 sene sonra Balım Sultan’ın etkisiyle Büyük bir tarikat haline dönüştüğünü bildiriyor. S. 65

 

[30] Nimetullah Hafız,  Arnavutluk’ta Bektaşilik, S. 24

 

[31] Dernek Başkanı Ahmet Karalahüseyin ve diğer köy sakinleri

 

[32] Hakkı SAYGI (Baba)

 

[33] Bu köyün bulunduğu ve Seçek Sırtı olarak anılan bu bölge, Kızıl Deli Sultan zamanında ilk Pehlivan güreşlerinin yapıldığı yer olarak biliniyor. Bugün bu güreşler, Kırkpınar meydanında yapılmaktadır.

 

[34]  BARKAN, Ö. Lütfü, Vakıflar Dergisi, s. II, Ankara, 1942, sf. 279-304.

 

[35]  BARKAN, Ö. Lütfi; a.g.m., s.294-296.

 

[36] Heterodoks İslam terimini her türlü tartışma ve itiraza açık olmakla beraber bu kavramı herkesi memnun edecek biçimde karşılayacak başka bir  terim de henüz bulunmamıştır. Bundan dolayıdır ki, şimdilik analizlerimizi yeri geldikçe “Heterodoks İslam veya “bâtın (içsel) ve tasavvufi İslam” terimiyle ifade edeceğiz.

 

[37] Bâtıni (içsel) ve tasavvufi İslam anlayışıdır.

 

[38] Mélikoff’un bu tespiti kısmen doğrudur. Kızıldeli Velâyetnâmesinin muhtelif yerinde Seyyid Ali ve Rüstem Gazi’nin abdest alıp namaz kıldıklarını görüyoruz.

 

[39] Bedri Noyan, Bektaşilik ve Alevilik Nedir? S.585, Ant-Can Yay. 1995

 

[40] Cemalettin Ulusoy, Hünkar Hacı Bektaş Veli ve Alevi Bektaşi Yolu. S, 67,

 

[41] Kızıldeli kelimesinin Seyyid Ali’nin dergâhını kurduğu Dimetoka’daki ırmağın adıdır ve bu kelime zamanla Seyyid Ali Sultan’a lakap olmuştur. Bize göre bu hüküm daha gerçekçidir.

Hızır Lala lakabı hakkında da şu rivayet edilir:

Hz. Pir, seyyid Ali’ye “Tanrı yardımcın, Hızır lalan olsun.” diye dua eder. Yol bağlıları onu bu adla yad ederler. Hilafetnâmelerde ve icazetnâmelerde Hızır Lala sözü “Hızır Lale” olarak yazılmıştır.

 

[42] Mélikoff, “14.-15. Yüzyıllarda İslam Heterodoksluğunun Trakya ve Balkanlar’a Yayılma Yolları” s. 184.

 

[43] Hakkı Saygı Baba

 

[44] Burada adı geçen “Yukarı Dergâh ve Aşağı Dergâh konusu, Demir Baba Velâyetnamesi’nde uzun uzun anlatılmaktadır. Bak. Hakkı Saygı,  Demir Baba Velâyetnâmesi, s. 68, 69, 70, Saygı Yay. 1997-İstanbul

 

[45] 22/01/2012, Hakkı Saygı

 

[46] Ahmer Hezarfen,. Tarihi Belgeler Işığında Kızıldeli Sultan  Dergahı, Cem Vakfı Yayınları: 14, s. 34-35,  2006-İstanbul

[47]  Doğan Kaya, C.Ü.Fen-Ed. Fak. Türk Dili ve Ed. Böl. Öğretim Üyesi-Sivas Uluslarası Türk Dünyası İnanç Önderleri Kongresi, 23-28.11.2001.  (Sivas Kaynaklı Cönklerde Kızıldeli)

 

 [48] Doğan Kaya, C. Ü. Fen-Ed. Fak. Türk Dili ve Ed. Böl. Öğretim Üyesi-Sivas Uluslarası Türk Dünyasý İnanç Önderleri Kongresi, 23-28.11.2001.(Sivas Kaynaklı Cönklerde Kızıldeli)

 

 

bottom of page